Zavallı Zengin Adam

zavalli_zengin_adam

Şu an adını telaffuz edemediği ülkeden getirdiği mimara tasarlattığı evine yerleşmeden önce ona uzaktan şöyle son bir kez baktı. Hayalindeki ev tam olarak böyle değildi ve onun ihtiyaçlarını karşılayabileceğinden emin de değildi fakat mimarı ona mimarlığın onun ihtiyaçlarına göre değil mimarlığın çağımıza sunduğu mimari ihtiyaç ve problemlere göre şekillendiğini söyledi. Muhtemelen bu mantıklıydı. Bir evin tasarlanması için bu kadar para alan bir kişi kafasından bir şeyleri uyduruyor olamazdı. Fakat sonuçta evde bir tane tuvalet vardı. Misafirleri ile aynı tuvaleti kullanacak olmak hoşuna gitmese de bu mutlaka çağımızın mimarlığını memnun edecekti ve bunu her tuvaleti kullandığında hatırlayacaktı.

En çok üzüldüğü şey ise kedisini evden atmak zorunda oluşuydu .Bay Bıyık bahçeye alışabilecek miydi bilmiyordu… Tasarımın bitmesinin ardından mimarı evine davet ettiğinde mimar asabı bozulmuş şekilde kedinin adamın yeni evini kullanıp kullanmayacağını sordu. Adamcağız onaylama cüreti gösterdiğinde ise mimar küplere bindi. “O halde bu proje bir halta yaramaz. LANET OLSUN! Neden bana bir kullanıcı daha olduğunu söylemediniz ki?”. Adam direttiyse de başarılı olamadı kedi evin dışında kalmak zorundaydı. “Buna da şükür!” diye düşündü, her şey çağımızın mimarlığının gerekleri içindi sonuçta.

Eve zemini mermer kaplı antreden girdi. Malzeme seçerken gerçekten çok zorlanmışlardı. Bu mermerlerin yine adamın adını telaffuz edemediği bir yerden gelmiş olması inanılmaz önem taşıyordu. Yerdeki mermerlere baktı. Herhâlde bunlar Bilecik ya da Denizli’den gelseler antrede bu ‘hissiyattan’ nasiplenilemezdi. Gerçi hissiyat ne demek bilmiyordu. Hissetmek ile ilgili bir şeyse eğer pek bir şey hissetmemişti doğrusu fakat çağın mimarisini düşünerek yalın ayak soğuk mermere bastı. Evinde çağın mimarisini yakalayabilmek için o kadar para vermişti, gerekirse bunun için üşütmeye hazırdı. Her sofistike birey de hazır olmalıydı!

Tam mermer zeminde üşütmesini tamamlamak üzereydik ki Bay Bıyık içeri girmeye çalıştı adam hızlı davranıp kedisini son anda yakaladı. Derin bir oh çekti. Neredeyse çağın mimarlığın içine ediyordu kedi! “Yaramaz kedi sen ne anlarsın bak şu an içinde bulunduğumuz yer bizden daha yüce falanmış! Ona göre davran çağın mimarlığı için fedakârlık yap git bahçede oyna!” Aslında kedisinin bu haline çok üzülüyordu fakat çağın mimarlığı ve onu korumak onlardan çok daha önemliydi.

Salonu ilk defa bitmiş haliyle görüyordu. Oldukça şık bir şömine tarafından ısıtıldığı iddia edilen salon ve karşılıklı iki oturma takımı [elbette telaffuzu imkânsız bir mağazadan alınmıştı] salonu dolduruyordu. Ya da mimarın değişiyle ‘Tanımlıyordu’. Adam televizyon müptelası olmasa da salonunda bir televizyon bulunmasını çok istiyordu fakat bunu dile getirdiğinde mimarı onu çok ayıplamıştı. “Sizin gibi sofistike bir beyin böyle şeylerle işi yok, üzülmeyin emin ellerdesiniz!”. Tabii ki olmayacaktı çağın mimarisi buna müsaade etmiyorsa o kimdi ki şimdi! Şömineyi yakmak için şöminenin yanındaki kırılmış odun depolama ünitesinden üst üste yığılmış odunlardan dört tane aldı. (Dizilimi bozmamaya çok dikkat etti sonuçta çağın mimarisini lekelemek istemezdi.). Dikkatlice ateşi yaktı ardından koltuklardan birini şömineye yaklaştıracak oldu ki korkunç bir ses kulaklarını tırmaladı. Bu mimarın sesiydi. “Eeeeeeen ince ayrıntısına kadar tasarlanmış salonu tanımsızlaştırmaya cüret eden kiiiiiiiiiiiiim?!” diye uluyordu. Mimar bir yerlere hoparlör saklamış olmalıydı. Adam bildiği en uzun duayı okuyup koltuğu bulduğu yere dikkatlice geri koydu. Yanan şöminenin karşısına yere oturdu. Bir yandan ateşin odunları çıtırdatma sesini duyuyor öte yandan Bay Bıyık’ın camı tırmalamasını işitiyordu.  Önemli değil diye düşündü. Elbette bu sofistike yaşam tarzına alışacaktı.

Çok geçmeden yağmur başladı. Fakat o da ne?! Mimarın özenle tasarladığı düz çatısından [Adam ona kırma çatı istediğini söylediğinde mimar onunla dalga geçmişti] gayet muntazam bir ip halinde su akıyordu. Eğer çağın gerekliliğinde evin içinde minyatür şelaleler olması yoktuysa bu kesinlikle bir hataydı. Adamın sahip olduğu kanın hatırı sayılır bir kısmı beynine hücum etti. Derhal mimarı arayıp durumdan bahsetti mimar ona “ Elbette akabilir efendim düz çatıların yalıtım işi zordur fakat çağımız mimarlığının ihtiyaçları…” diyecek gibi oldu adam ona bildiği en uzun ve şiirsel küfürleri sıralayıp telefonu suratına kapattı. Enerjisinin bir kısmını hoparlörler için saklıyordu.

Artık ıslanmaktan delirmek üzere olan kedisini içeri almak için pencere davrandı ki… Pencere açılmıyordu. Çünkü lanet pencere açılırsa ‘imgesi’ mi ne bozulurdu evin… Adını telaffuz edemediği ve tonla para bayıldığı ahşap parkelere basmak suretiyle [diğerlerinden ne farkı vardı bilmiyordu] antreye koşarak geri döndü. Soğuk mermerlere dokunmadan üzerinden atlayıp doğrudan dışarı çıktı kedisini aldığı gibi içeri geri girdi. Kediyi şöminenin yanına bıraktı. Sigorta kutusunu aradı.[Elbette ki bodrum kattaydı böyle çirkin bir şeyin sergilenmesi çağımız mimarisine uygun düşmezdi]. Bütün şalterleri indirdi. Ardından koltuğu şöminenin önüne çekip kurumaya koyuldu. Yarın ilk iş hoparlörleri bulup çekiçle parçalayacak ve bir çatı ustasıyla konuşup misler gibi kendi evine kendi istediği gibi kırma çatı yapacaktı. Mimar kalp krizi geçirirse geçirsin diye düşündü hatta bu biraz hoşuna bile gitti. Siniri biraz geçince uykusu gelmeye başladı. Kendini hemen uykuya teslim etti, enerjiye ihtiyacı vardı sonuçta yarın çağın gerekliliklerini yansıtan değil onun ihtiyaçları ve zevklerini yansıtan bir ev inşa etmeye başlayacaktı.

*Adolf Loos’un ‘Zavallı Zengin Adamın Öyküsü’ hikayesinden esinlenilmiştir.

More from Gönenç Kurpınar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir