Dini yapılar inanç tasavvurunun temelinin inşa edildiği, inanç kodlarının işaretlendiği, inancın çevreye ve insana duyduğu saygının hayat bulduğu yansımalarıdır. Bilge Mimar Turgut Cansever sanat eseri için;‘’Sanat eseri, varlık kainat tasavvurunun yapılana yansımasıdır. Eserini ortaya koyarken aldığı her karar sanatkarın varlık ve varlığın güçleri hakkındaki tasavvuruna göre şekillenir. Bu özellikleri ile sanat, din ve ahlak alanında yer alır.’’der. Turgut Cansever’in bu sözündeki mahiyet, hem sanatkarın sanat eserine sunduğu yaklaşımdaki ehemmiyete hem de eserin taşıması gereken öze sunulan manalara işaret eder.
Dini yapılar bugün taşıdığımız bu özün tasavvur ettiği önemli kaynaklardan biridir. Müslüman ekseriyetinin bulunduğu coğrafyamızda, camiler bu mananın can bulduğu öncül örneklerdendir. Özünde insanın mahiyetinin cami olması, caminin kelime manasında taşıdığı gibi cem, birlik olma yönleri cami yapılarının sadece ibadethane değil toplumsal, sosyal, kamusal rolleri de bünyesinde taşıdığının bir ibaresidir. Camiler dinsel olanla olmayanın kamusal ile özelin iç içe geçtiği hem dinsel ihtiyaçların yerine getirildiği hem de sosyal ilişkilerin geliştirildiği mekanlardır. Dr. Ahmet Onay camilerin sosyal önemini Türkiye’nin Cami Profili adlı kitabında şöyle özetler: ‘’Sosyal fonksiyonları açısından cami, bir olma birlik içerisinde var olma bilincinin öğrenilip yaşatıldığı, hem kişisel hem toplumsal yönden bir gelişim merkezidir.’’ Bir gelişim ve toplumsal birlik kaynağı olan camilerimizin çocuklar için bir oyun alanı, yetişkinlerin ibadet ve toplanma noktası, bir eğitim ve gelişim merkezi olması, avlularının her türlü toplumsal eyleme uygun olarak kullanılabilir yönleri giderek azalmış, hatta cami fonksiyonel olarak tasarımcının da göz ardı ettiği durumlarla zayıflamıştır.
“Gerçek iletişim insan husûsiyetlerindendir … Gerçek hikmet sahipleri bu özelliğin şerefli olduğunu dikkate alarak, onu geliştirmek için bir takım yararlı önlemler düşünmüşler, örneğin, çeşitli disiplin, edep-gelenek icat etmişler, cemaate ibadetle meşgul olmayı, ziyafet organize etmeyi tavsiye görmüşlerdir. Bunların hepsi iletişimi yürürlükten harekete geçirmek, ameli içindir.”(Nasîrüddin Tûsî)
Bir gökkubbe altında hasbihal ve ibadet ettiğimiz , Beytullah’ta huzur bulduğumuz, sığındığımız, biribirimize danıştığımız, dini ve sosyal açılardan geliştiğimiz, kimi zaman çocukların oyunlar oynadığı, günlük aktivitelerimizin yaşanılabilir olduğu cami mekanları aslında beşeri ve ilahi eylemlerin zuhur ettiği düğüm noktalarıdır. Bu bağlamda mimar yada tasarımcı önce insanın inanç tasavvurundaki yansımaları daha sonra beşeriyetteki ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak tasarladığı yapıya şeklini vermelidir. Aynı zamanda İslam mimarisinin taşıdığı berrak, mütevazi ve güzelliğe yönelik tavrını birleştirerek toplumsal bir bağlamda kullanıcıya sunmalıdır.

İlk mescit olan Kuba mescidinden bu yana cami mimarisi işlev ve estetik açıdan gelişerek ana şeklini Osmanlı döneminde almıştır. Saf düzeninde kıbleye yönelerek ibadet edilen cami yapılarında tüm cemaati kapsayan merkezi bir kubbeyle ibadet alanını örtmek, geleneksel Osmanlı mimarisinde arzulanan bir meseledir. Kubbeye dörtgen planlı bir mekandan geçişte; kemer, kasnak, pandantif ya da yanlara eklenen yarım kubbeler gibi yapısal öğeler kullanılarak yapılara dönemine göre yapı teknolojisinin olanakları yansıtılmıştır. Bugün cami mimarisi yeni tasarımsal yaklaşımlarıyla, sahip olduğu kültürel öğelerinin yorumu veya soyutlayıcı tavrıyla, yeni tasarım çağını yakalamayı hedefliyor. Modern çağda yapılan bu farklı yaklaşım örneklerinden biri olan Sancaklar Cami, insanın iç dünyasında yoğun bir ruhani coşku oluşturma durumuna istinaden, mağara konseptinden yola çıkılarak Mimar Emre Arolat tarafından tasarlanmış ve camiyi yeniden düşündüren bir idrak ve teslimiyet göstergesi oluşturmuştur. Öze-içe dönük, insanın kendisi ve yaratıcısı ile buluştuğu bir mekan olarak tasvir edilen Sancaklar camisi, caminin taşıdığı kültürel ve mimari öğelerinin soyutlayıcı yaklaşımıyla inanç tasavvuruna yeni bir boyut ve bakış açısı kazandırmıştır.

İlk mescitten modern döneme değişen mimari yaklaşım bir yanıyla gelişirken bir yanıyla toplumsal algı ve kullanışta farklılaşmıştır. Kaybedilen bu algı ve ihtiyacın yeniden kazandırılması ile, sadece inanç değil aynı zamanda sosyal ve kamusal gerekliliklerinin toplamı, camiyi özünde teşkil ettiği manaya, işleve yönlendirecek ve yeniden canlanacaktır.Camiler taşıdıkları bu şekli lisan ile mimari bir ayna olarak toplumdaki rolünü geri kazanmalı ve tekrar yer bulmalıdırlar.