“Evin salt işlevsel bir mekan düzenine sahip olduğu iddiası Modernizm’in bir ürünüdür. Oysa ev “işe yararlığı”nın ötesinde, her çağda asli işleviyle doğrudan ilişkili gözükmeyen başka anlamlara da sahip oldu. Bunların önemli bir bölümü toplumdan topluma ve çağdan çağa değişmeyecek kadar genelgeçer nitelikte, yani arketipal.”
Doç.Dr.Zehra Akdemir
Barınma Arketipleri ve Bir Simge Olarak Ev
Küçük bir çocuktan ev resmi yapmasını istesek, pek büyük bir olasılıkla, kırmızı çatılı, bacasında dumanı tüten, iki yana toplanmış perdeleriyle yeşil çimler üzerinde, çitle sınırlandırılmış bir bahçesi olan şirin kulübemsi bir yapı çizerdi. Bu basit ifade, esasen evrensel anlamda paylaşılan bir ev imgesinin varolduğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir mi?
Apartmanlarda yaşayan çocukların dahi çoğu zaman evi bu biçimde aktarmaları, insana ait bazı temel kavramların kökenlerinin ortak bir bilinçaltına temellendiğinin işareti mi?
İnsan zihninde “kolektif bilinçaltı”nın varolduğu savını ilk kez İsviçreli ünlü psikolog Carl Gustav Jung ortaya atmıştı. Bu savla birlikte, insanın fizyolojik ve psikolojik işlemlerinin yüzyıllardır kalıcılığını koruduğu, insan doğasının ortak köklerinin varolduğu kabul edilmekteydi. Jung, kolektif bilinçaltının bir takım soyut ve şekilsiz anlam yapılarını -arketipleri- kapsadığını varsaymıştı. Bu yorumuyla “arketip,” her insanda ortaklaşa varolan ilk-temel davranış kalıpları, psişik motifler ve deneyimler anlamına gelir. Dolayısıyla, terimin zaman içinde kullanım alanları genişlemiş olmakla birlikte, orijininin Jung psikolojisine dayandığını görüyoruz.
Makalenin tamamını okumak ve indirmek için: BARINMA ARKETİPLERİ VE BİR SİMGE OLARAK EV